“Zinâ, dünya ve âhirette hüsrâna götüren ve bütün dinlerde çirkin ve kötü kabul edilen bir fiildir. Ebû Huzeyfe (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Zinâdan sakınınız, zîrâ zinâda -üçü dünyâda üçü âhirette olmak üzere- altı kötülük vardır. Dünyâdaki üç kötülükten birincisi; zinâ insanın bahâsını (güzellik ve zerâfetini), nûrâniyetini, sâfiyetini giderir. İkincisi, fakirlik meydana getirir. Üçüncüsü, ömürde noksanlık meydana getirir. Âhiretteki üç kötülük ise; birincisi, Allâh’ın gazabıdır. İkincisi, hesabın kötü olmasıdır. Üçüncüsü, kabir azâbıdır.”
Bilmelisin ki Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gözün zinâsı, yabancı kadınlara bakmaktır. Ellerin zinâsı, yabancı kadınlara dokunmaktır. Ayakların zinâsı, yabancı kadınlara gitmektir.” Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır (meâlen): “Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını muhâfaza etsinler. Bu kendileri için daha temizdir. Her halde, Allah ne yaparlarsa haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhâfaza etsinler.” (Nûr Sûresi, âyet 30-31)
Bilinmelidir ki kalp, göze tâbîdir. Göz haramlara kapatılmadıkça kalbi muhâfaza etmek zordur. Kalp meşgûl oldukça da ırzını, iffetini muhâfaza etmek zordur. Bu sebeple ırzı haramlardan muhâfaza etmek için gözü haramlara kapatmak zarûrîdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de kadınların, -kalplerinde hastalık olanların tama’ edip de kötülük yapmaya yeltenmemeleri için,- yabancı erkeklerle günahkâr kadınlar gibi, yumuşak bir şekilde, kırıtarak konuşmaları men edilmiş yasaklanmıştır. Bunun yerine kötü düşünce ve arzuya düşürmeye sebep olmaktan, yapmacıklıktan uzak, vakar ve ciddiyetle dosdoğru sözler söylemeleri emredilmiştir.
Aynı şekilde, erkeklerin arzularına sebep olmaması için kadınların onların yanında zînetlerini göstermeleri de yasaklanmıştır.
Kezâ, kadınların yürürken zînetlerini ortaya çıkarmak için ayaklarını yere vurmaları da yasaklanmıştır. Zîrâ bu, erkeklerin kadınlara meyletmesine sebep olur.
Hulâsa, günaha sevk eden her şey çirkindir ve yasaklanmıştır…” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî-3/41)