Abdullah ibn-i Ömer (r.anhumâ) anlatıyor: Resûlullâh’ın (s.a.v.) huzurunda iken, güneş doğdu. Resûlullâh (s.a.v.) “Kıyamet gününde Allah’ın huzuruna bir topluluk gelecek ki, onların nûru güneşin nuru gibidir.” buyurdu.
Ebu Bekir (r.a.) “Onlar biz miyiz, yâ Resûlallâh” diye sordu.
“Hayır, siz değilsiniz. Sizin birçok kazancınız var, fakat onlar fakirdirler, yeryüzünün farklı kıtalarından hicret edip bir araya gelenlerdir.”
“Gariplere müjdeler olsun, gariplere müjdeler olsun, gariplere müjdeler olsun.” buyurdular.
“Garipler kimlerdir, yâ Resûlallâh,” denilince:
“Allah’a isyan edenlerin, itaat edenlerden daha çok olduğu, kötü insanlar arasında bulunan sâlih insanlardır.” buyurdular.
ORHAN GAZİ’NİN ADALETİ
Osmanlı padişahları devlet hazinesini şahısları için asla kullanmazlardı. Bu hassasiyet Osman Gazi’den itibaren devletin sonuna kadar devam etmiştir.
Sultan Orhan Gazi’nin yardımseverliğinin ve adalet anlayışının üstünlüğü için şu hadise anlatılır:
Askerlerine ücret dağıtırken, delikli bir iki altına ve akçeye rastlayınca defterdara: “Bu delikli altın, akçe nedir? diye sorar.
Defterdar: “Padişahım, öşür ve baş vergisinden elde edilen maldandır.” demişse de o:
“Hayır bunlar, halkın çocukları başına iplikle takılmış altınlardan alınmıştır. Yani bu altın zorla alınmışa benziyor!” diyerek meselenin araştırılmasını emretmiştir. Gerçeğin, Orhan Gazi’nin söylediği gibi ortaya çıkması üzerine, bunu yapan cezalandırılmıştır.