İSTİKÂMET: DOĞRULUK
İstikâmet, doğruluk, vazifelerde dîne muvafık surette hareket etmek, sadakat ve itidal çerçevesinden ayrılmamaktır.
İstikâmet, dinî hükümlere, akidelere, amellere, ahlâkî, insanî vazifelere riayet edip Cenab-ı Hakk’ın ve mahlûkatın haklarına tecavüzden sakınmaktır.
Hud Sûresinin 112. âyet-i kerîmesinin tefsiri: Ey Resûl-i Zîşan!. (Artık) Allâhü Teâlâ tarafından (emrolunduğun gibi istikâmette bulun.) Yâni: İstikâmette devam et, İslâm dînini neşre çalış, dinî hükümleri tebliğ ve tatbik hususunda, bütün muamelâtında doğruluktan ayrılma:
Meşru ve makûl bir yolu takip etmekten geri durma. (Ve
tövbe etmiş) İman ederek (seninle beraber bulunmuş olanlar da) istikametten ayrılmasınlar…
Bu âyet-i celîle, İslâmiyet’te büyük bir esastır. Ferdî ve ictimaî hayatı tanzim için bundan daha cemiyetli bir madde olamaz. Bu mübarek âyetler, Resûl-i Ekrem’in de, diğer müslümanların da istikametle ve Allah’ın hudûduna riâyet etmekle mükellef olduklarını bildiriyor. Zâlimlere meyil edenlerin azap olunacaklarını ve Allah’ın yardımından mahrum kalacaklarını hatırlatıyor. Ve beş vakit namaza devam edilmesini ve dinî vazifeleri ifâ hususunda sabrın mükâfatsız kalmayacağını müjdelemektedir.
Artık bir cemiyetin fertleri, böyle bir istikâmete sahip olursa o cemiyet ne kadar terakkî eder, ne kadar ictimâî kemalâtın parlak bir numûnesi olmuş olur. İşte dinimizin bize emrettiği bu gibi vazifelere hakkı ile riâyet edilecek olsa İslâm memleketleri, bütün insanlık âlemi için en parlak bir imtisal numûnesi olur. İstikametten ayrılmayan bir zât, mensup olduğu muhitin hayrına çalışır, hiç bir kimsenin malına, canına, haysiyetine bir zararı dokunmaz.
Herkes istikameti sever, ancak herkes müstakim olmaz, bu husustaki geçici sıkıntılara tahammül gösteremez. Halbuki istikâmet yüzünden bir sıkıntı, görülse de bu geçicidir, bunun sonu selâmettir, saadettir, ebedî hayatı temîne bir vesîledir.