Hicr Sûresi’nin 49 ile 50. âyet-i celîleleri, Cenâb-ı Hakk’ın, kullarını bağışlamaya da azâba da kâdir olduğuna işaretle insanları gafletten uyanmaya davet ediyor. Haklarında kurtuluş vesilesi olan ibadet ve itaat yoluna onları teşvik buyuruyor. Bu âyet-i kerîmeler şöyle tefsir edilmiştir:
“Ey Habîbim Muhammed! Sen, takvâ sahibi olan mümin kullarıma haber ver, onlara müjde ver. Şüphe yok ki ben Hâlık-ı Azîmüşşân, mümin kullarımı bağışlayıcıyım. Onlardan insanlık icabı zuhur eden bir kısım kusurları, günahları affedip örteceğim ve ben müminleri ziyadesiyle esirgeyiciyim. Onların haklarında rahmetim, ziyadesiyle tecelli edecektir.”
Bu İlâhî müjde, müminler hakkında ne büyük bir şeref ve saadettir. Çünkü Cenâb-ı Hak, kendi yüce zâtına izafe edip onlara “kullarım” diyor. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) hakkında da “Kulunu (Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan (alıp) Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren (Zât-ı ecelli ve a’lâ, her türlü noksan sıfatlardan) münezzehtir.” meâlindeki, İsrâ Sûresi’nin 1. âyet-i kerîmesinde böyle bir iltifatta bulunmuştur. Artık her müminin, Hak Teâlâ’nın bu mağfiret ve rahmetine karşı şükür vazifesini îfâya devam etmesi lâzımdır.
Bununla birlikte Allâhü Azîmüşşân, beşeriyeti gafletten uyandırmak, münkirâne (inkârcı) hareketlerden menetmek için de şöyle ikaz buyurmuştur: “Muhakkak ki Allâhü Teâlâ’nın azâbı da kâfirler ve isyana devam edip duranlar hakkında pek acıklı, elem ve felâket verici bir azâptır. Onun şiddetine tahammül, pek müşkildir. Artık onu da düşünmeli, öyle müthiş bir azâba sebep olacak inkâr ve fesattan kaçınmalıdır.” Bu tenbih de yine beşeriyet hakkında İlâhî bir lütuftur ki onların uyanmalarına bir vesile teşkil etmekte, onları, Allâh’a itaate sevk etmektedir.