HZ. YAHYÂ VE İBLİS
Hz. Yahyâ aleyhisselâma İblis gelip “Sana nasîhat edeyim mi?” dedi.
Hz. Yahyâ (a.s.) “Hayır, bunu istemem, lâkin bana insanların durumundan haber ver” dedi.
İblis, “Bizim yanımızda insanoğlu üç sınıftır.
Biri, sizin çocuklarınızın elindeki oyuncak gibi elimizdedirler. Onları dilediğimiz gibi kullanırız.
İkinci sınıfı bizi en çok meşgûl edenlerdir ki onlardan birine vesvese verip dururuz, hatta dininde hatâya düşer, sonra hemen istiğfâra döner. Onca uğraştığımız şey boşa gider. Sonra yine fitne veririz, yine hatâ eder, yine istiğfâr eder. Ondan istediğimizi alamasak da hep peşinde olur, aslâ ümitsizliğe düşmeyiz.
Üçüncü sınıfı ise -senin gibiler-, korunmuşlardır. Onlara bir şey yapamayız”.
SULTAN ABDÜLHAMÎD HAN’IN DEMİRYOLU HİZMETİ
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, saltanatının ilk zamanlarında vukû bulan 93 Harbi (1877-78) sırasında İstanbul-Filibe demiryolunun; Selanik-İstanbul ve Manastır- Selanik hatlarının ise 1897 Osmanlı-Yunan harbinde sağladığı imkânları bizzât görmüştür.
Demiryollarının askerî işlerde kolaylıklarının yanında iktisâdî faydalarını da göz ardı etmeyen Sultan, hatıratında bunu şöyle anlatır:
“Bağdat Demiryolu sâyesinde eskiden mevcut olan Avrupa-Hindistan ticâret yolu, yeniden işe yarar hale gelecektir. Eğer bu yol Suriye ile Beyrut’u, İskenderiye ve Hayfa ile de irtibât kurmak üzere birleştirirse, yeni bir ticâret yolu ortaya çıkmış olacaktır. Bu yol devletimiz için sâdece iktisâdî bakımdan büyük fayda temin etmekle kalmayacak, aynı zamanda, oralardaki kuvvetimizi sağlamlaştırmaya da yarayacağından askerî bakımdan da çok ehemmiyetli olacaktır.”
Bu satırlarla demiryollarının ehemmiyetine temas eden Sultan İkinci Abdülhamîd zamânında Hicâz Demiryollarının inşâsı 1 Eylül 1900 de başlanmış ve 1 Eylül 1908 de bizzat yine Sultan tarafından işletmeye açılmıştır.
ALDIK MI PAYIMIZI!
İngiliz ve Fransızların Çanakkale’yi geçebilecekleri endişesine kapılan İttihat ve Terakkî hükümeti tedbir olarak pâdişâh (Sultan Reşad) ve hükümeti Anadolu’ya taşımağa ve (Beylerbeyi Sarayı’nda ikâmet etmekte olan) Sultan Abdülhamîd Han’ı da iknâ edip, Anadolu’ya götürmeğe karar vermişlerdi. Bu hâtırasını Ercümend Ekrem Bey şöyle anlatıyor:
“Hepimiz Sultan Abdülhamîd Han’ın huzûruna elpençe dizilmiştik. Talat Paşa, pek hürmetkâr bir ifâde ile önce vaziyeti anlattı. Hülâsaten şöyle diyordu: ‘Âcil bir tehlike arzetmemekle berâber vaziyet çok ciddîdir. Düşman deniz ve kara yolu ile Çanakkale’yi zorluyor. Şiddetli müdâfaaya rağmen -Allâh korusun- boğazı geçecek olurlarsa pâdişâh, hükûmet ve hânedân-ı saltanat esârete düşecektir. Elîm bir musâlehaya mecbur olmamak için hükûmet, Anadolu’ya geçip harbe orada devâma karar vermiştir. Hattâ sizler için Konya’da Çelebi Efendi’nin konağı tahliye olunmuştur. Emir ve irâdelerinizi bekleriz.“
Sultan, Talat Paşa’yı sonuna kadar soğukkanlılıkla dinledi. Keskin bakışlarını hepimizin üzerinde ayrı ayrı gezdirdikten sonra:
– Şevketli birâderime sadâkatimi arz ederim. Endîşeleri tamâmen beyhudedir. Eğer dokunulmamış ise, ben Çanakkale’yi zamanında tahkim eylemiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi mümkün değildir. Boğaziçi de öyledir. Amma, farzedelim ki, böyle bir felaket meydana geldiği takdirde Sultan’ın yapacağı şey, tâcını, tahtını, tebaasını bırakıp zelîl bir şekilde kaçmak değildir. Saltanat ve tahtının altında canını teslim etmesi icap eder. Büyük dedem Hz. Fâtih, bu beldeyi fethettiği vakit Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp, harp ede ede can vermek cesâretini göstermişti. Biz Fâtih’in torunları, Kostantin’den aşağı kalamayız. sultanımıza böylece arzediniz. Müsterih olsunlar ve Allâh’ın takdîrine boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince, ben artık bir yere gitmem. Yegâne arzum burada ölmektir. Birâderimden ve hükûmet-i seniyeden bu arzuma mânî olunmamasını istirham ederim” dedi ve bizi selâmlayarak salondan çıktı. Bizler de sarayın merdivenlerinden kös kös inip Dolmabahçe’ye doğru yola çıktık. Yolda derin düşüncelere dalmış olan Talat Paşa bir ara bize dönerek:
– Aldık mı payımızı! dedi.